İnsanın '' ÇATLAK '' bi sevgilisi olmayagörsün...Kendiyle çelişen ve hatta insanı kendiyle çeliştiren...Çeldireni bol bi ilişkide kafayı yememek nasıl kabil değilse ben işte tam da o raddedeyim...
İki gün önce, özlemini sevgisini alabildiğine cömert dile getiren bu zaat, (-ki ben ona sevgilim diyorum-) yoktan yere ''Bir süre görüşmeyelim!''kararı alıyor... Bunu daha önce binlerce kez duyan bünyem, yine bir kaç saatlik susukunluk gibi algılıyor ancak bu kez kazın ayağı öyle değil...
Üç gün olacak lan sesini duymuyorum...
Bu yazının üzerinden aylar geçti...Sesini duydum duymasına da değişen pek bişey yok...Yine tribal enfeksiyon...
Not Defteri...
acemi bi bilogcudan acemi satırlar ...
Bidon...
Ayrıntıları anlatmanın bi ton yolu var oysa( Ayrıntının tonla ölçülmeyeceğini biliyorum okur. (Şimdi sana ''Ayrıntı ölçü birimi nedir?'' diye sorarım mal olursun...) Geçtik tonu, bi tonu, bidonda takılıp kalmak kötü...Bidon dediysem herhangi bi don değil...Bildiğin plastik mamul bidon...İçine genellikle sıvı muhteva konulan hani...Banyoda su kesintisine karşı yedekte bulundurulan suyun ev sahibi...Turşuyu bağrına basan o şey... Konunun nereye varacağını merak ediyorsundur sen şimdi...Azbiraz bekle be annem...Henüz girizgahtayız...
Geçenlerde aklıma esti...Sevgilimin iddiasına göre uğruna hiç bişey yapmadığım aşkımıza, kenar süsü olsun diye; ayıptır söylemesi, eskilerin deyimiyle ''söylemesayıp'' omzuma aşkımın adını dövdürdüm... Güzellik olsun diye de resmini çekip, sosyal paylaşım sitesi, yaşamımızın merkezi, randevu yerimiz face' e koydum...Resimde arka planda bir garip ayrıntı...Benim bidonlardan biri meşhur olma derdinde, kadraja girmiş...Bu ayrıntı benim gözümden kaçmış tabi ama sevgili uyumuyor...Gelen mesaj : '' Bu ne laaa? O resmi kırp istersen .Bidon gözüküyor. Hahahahaa ! '' Normalde ben de gülerdim kahkahayla ama o akşam öyle olmadı...Altta, üstte, derinde, yüzeyde ne kadar kompleks varsa fırladı havaya...
Ardından bi kavga, bi laf dalaşı oyyy oyyy oyyy... Böyle güzel bi aşk, bi bidona salamura olacak iyi mi?Ben ki ; pintiliğime gönderme yapan sevgilime inat, kombiyi mütemadiyen çalıştırıyorum; bi bidona teslim olur muyum lem? Ayrıntılara takılan aşkım mevzuuyu umduğumdan fazla büyüttü...Çıkış noktası bidondu belki ama o akşam etekte durması gereken ne kadar taş varsa döküldü...
Ertesi gün face sayfasındaki durum yazılarının ana temasını
'' bidon '' oluşturuyordu...O ara evde bidon ve benzeri ne kadar gereksiz şey varsa kurtulmak istedim. Sakinlaşince vazgeçtim...Hala banyodaki köşelerinde arz-ı endam etmekteler kendileri...
Hayır bu ilişki '' kombi '' yüzünden bitse daha çağdaş bi yaklaşım olurdu da, bidon yüzünden de bitmesindi be okur... Sanırsın çeşme başında su sırası yüzünden çıkan kavgada bidonla kafa-göz dalmışız da '' BİDON YÜZÜNDEN BİTEN AŞK '' başlıklı bi habere konu oluyoruz... Cık Cık Cık...Olmaz...İzin vermem...
Vermedim de... Resmi kırptım, lafımı söyledim, kavgamı ettim...O söyledi ben dinlemedim. Ben söyledim o dinlemek zorunda kaldı... Seriye bağladım, konuşma fırsatı bile vermedim...Sonraki gün acısını çıkardı ama gerildiğimiz ve üzüldüğümüzle kaldık...
Bu yazının didaktik maddelerine geçelim o halde :
1. Sevgilinize jest yapıp resim gönderecekseniz asla bidon bulunan biryerde çekmeyin o resmi.
2. Ayrılmak için bi ton bahane bulabilirsiniz ama bu asla bidon olmamalı.
3. Kanamalı bi aşka kompres yakışır ama aşk kompleks kaldırmaz.
4. Meşhur olmak isteyen bidonlara da şans verilmeli... ( Doğru platformda)
5. Aşağıdaki resim; bi ilişkiye nokta koymak isteyen medyatik olma çabasındaki bidonlarımın resmidir...( Kedi mi beslesem naapsam...)
Geçenlerde aklıma esti...Sevgilimin iddiasına göre uğruna hiç bişey yapmadığım aşkımıza, kenar süsü olsun diye; ayıptır söylemesi, eskilerin deyimiyle ''söylemesayıp'' omzuma aşkımın adını dövdürdüm... Güzellik olsun diye de resmini çekip, sosyal paylaşım sitesi, yaşamımızın merkezi, randevu yerimiz face' e koydum...Resimde arka planda bir garip ayrıntı...Benim bidonlardan biri meşhur olma derdinde, kadraja girmiş...Bu ayrıntı benim gözümden kaçmış tabi ama sevgili uyumuyor...Gelen mesaj : '' Bu ne laaa? O resmi kırp istersen .Bidon gözüküyor. Hahahahaa ! '' Normalde ben de gülerdim kahkahayla ama o akşam öyle olmadı...Altta, üstte, derinde, yüzeyde ne kadar kompleks varsa fırladı havaya...
Ardından bi kavga, bi laf dalaşı oyyy oyyy oyyy... Böyle güzel bi aşk, bi bidona salamura olacak iyi mi?Ben ki ; pintiliğime gönderme yapan sevgilime inat, kombiyi mütemadiyen çalıştırıyorum; bi bidona teslim olur muyum lem? Ayrıntılara takılan aşkım mevzuuyu umduğumdan fazla büyüttü...Çıkış noktası bidondu belki ama o akşam etekte durması gereken ne kadar taş varsa döküldü...
Ertesi gün face sayfasındaki durum yazılarının ana temasını
'' bidon '' oluşturuyordu...O ara evde bidon ve benzeri ne kadar gereksiz şey varsa kurtulmak istedim. Sakinlaşince vazgeçtim...Hala banyodaki köşelerinde arz-ı endam etmekteler kendileri...
Hayır bu ilişki '' kombi '' yüzünden bitse daha çağdaş bi yaklaşım olurdu da, bidon yüzünden de bitmesindi be okur... Sanırsın çeşme başında su sırası yüzünden çıkan kavgada bidonla kafa-göz dalmışız da '' BİDON YÜZÜNDEN BİTEN AŞK '' başlıklı bi habere konu oluyoruz... Cık Cık Cık...Olmaz...İzin vermem...
Vermedim de... Resmi kırptım, lafımı söyledim, kavgamı ettim...O söyledi ben dinlemedim. Ben söyledim o dinlemek zorunda kaldı... Seriye bağladım, konuşma fırsatı bile vermedim...Sonraki gün acısını çıkardı ama gerildiğimiz ve üzüldüğümüzle kaldık...
Bu yazının didaktik maddelerine geçelim o halde :
1. Sevgilinize jest yapıp resim gönderecekseniz asla bidon bulunan biryerde çekmeyin o resmi.
2. Ayrılmak için bi ton bahane bulabilirsiniz ama bu asla bidon olmamalı.
3. Kanamalı bi aşka kompres yakışır ama aşk kompleks kaldırmaz.
4. Meşhur olmak isteyen bidonlara da şans verilmeli... ( Doğru platformda)
5. Aşağıdaki resim; bi ilişkiye nokta koymak isteyen medyatik olma çabasındaki bidonlarımın resmidir...( Kedi mi beslesem naapsam...)
Değdi mi bari ???
Bir Garip Bill' mece...
Sıla-ı Rahim...Önemlidir vesselam...İçinde Sıla var, rahim var...Dini bütün okurlarım anlamıştır nasılsa ( okurum olmamasına rağmen bunu yazmak büyük cesaret ya boşkoy...) Yani diyorum ki; eş-dost, akraba ziyareti önemlidir...
'' top '' geçen bi cümle ne kadar etkili olur beyninde bilmiyorum ama ''halhal'' denilen bu oyuncak tercih ettiğin ayak bileğine , ( sağcıysan sağa, solcuysan sola :)bağladığın... )
ve bir bacağını çevirirken diğeriyle üzerinden atladığın saçma salak bi eğlence...Benim de olsun çok istemiştim...
Oldu da...O zamanlar amcamlar bize gelirdi... Ve onlar almıştı...Bundan sonra da onları görmedim bi daha...Üzerinden kaç yıl geçti bilemem lakin uzun, çok uzun zaman....Bu uzun zamana aile kavgalarından başlayıp, şimdi zihnimi ve midemi bulandıran binlerce olay sıralanabilir... O bakımdan ben buraya tek tek yazamayacağım kudur!...
Kader bu ya ; bunca uzun zaman sonrası bahsi geçen amcamlarla aynı şehirde bulunmak kısmet oldu...Arada bi ziyaretlerine gittim. Hatırladığım o adam amcam mıydı bilmiyorum ama hafızamda kalanla, gördüğüm adam hiç de birbirine benzemiyordu...
( Sanırım uzun zamanın açıklamasını algılamışsındır... )
( Sanırım uzun zamanın açıklamasını algılamışsındır... )
Hastaydı, yaşlıydı, bilinci bulanıktı... O ziyaretten bi kaç yıl sonra amcamın durumu daha bir ağırlaştı... Sonunda küçük kardeşi yani pederbey , peyderpey görmediği ağabeyini ziyaret etmek istedi...Hep beraber gittik...Baba, ablalar, ben...Hiçbirimizi tanımadı amcam...Arada bir ağladı, boş boş bakındı, tek kelime konuşmadı...
Ziyaret bitti...Artık vedalaşma zamanı...Kısa olanı makbulse de biz o sınırı zorladık biraz... Merivenleri inerken bu yazının yazılışını sağlayan o meşhur cümle geldi amca ailesinden : '' Seni bildi mi? '' Soru bizzat pederbeye soruluyordu ve soru sahipleri yenge ve amca kızıydı.Sonradan ablalar da eklendi ya işte curcuna orada başladı...Dört kişi ısrarla aynı soruyu soruyordu ;
'' Seni bildi mi? ''
_ ????
Karşıda tık yok...bir, iki, üç derken bu sessizliğin nedeni anlaşıldı...Pederbey soruyu algılayamamış aklı hiç bulunmadığı Amerika'ya gitmişti...
'' Seni Bill ' di mi ?''
Cevap ; '' Bill kim...Beni nasıl yani? ''
Bu anlatamama-anlayamama kargaşası beni kopardı. onca insan, soruyu şöyle sormayı akıl edemedi Amerikan Karşıtı pederbeye... :
'' Seni tanıdı mı? ''
Bir çok denemeden sonra olay aydınlığa kavuştu kavuşmasına da ben yarıldım bu arada... Şimdi kime üzüleceğimi kestiremiyorum... Kardeşini Bill'emeyen amcama mı, kendisini Bill' ip Bill' emediğini anlayamayan babama mı, bu soruyu başka türlü sormayı akıl edemeyen ablalara mı, yoksa tüm bunlara buruk bir tebessümle tanık olan kendime mi??? Hadi sana da bi kıyak yapayım ; bu yazıyı okumak zorunda olan sana mı??? Bill' din mi şimdi bendeki bu Bill' inmezliği...???
Bize bişii olmaaz...
Herkes panikte... Basında manşet ; '' Esrarengiz kuş ölümleri!...'' Kuşlar sürüler halinde ölüyor... Amerika Birleşik Devletleri'nde, İsveç'te , İtalya'da ve son olarak Türkiye'de Bursa'da...
'' Oh şükür ! '' Bursa'daki olay çözüldü hemen. Meğer; sığırcık sürüsüne araba çarpmış, plakasını buldular kanlı kanlı ardından şoförü bulmuşlar teyit ettirmişler canlı canlı... '' Hepsine ben çarptım. '' demiş adam. Yüzlerce kuş yerlerde ...
Böyle bir şey olacaksa en son bizde olmalı zaten .
Yakın tarihimizde de böyledir bu. Felaket her yanı vurur bi bize bi bok olmaz. Bir bakan çıkar, radyasyonlu çayı içer... Bir bakan çıkar, zehirli denen suyu içer... Kıyıya vuran zehirli varillerin aslında varil olmadığı ya da varil olduğu ama zehirli olmadığı konusunda yetkili ağızlar hemen açıklama yapar... Aidsli olduğunu söyleyen hayat kadınına verilen tepki de budur...'' Olsun yavrum bize bişii olmaz. ''Bizler bilgisayar oyununda can almışız gibi bir '' Ooohhh! '' çekeriz...
(Bkz. ''Los Vietnam'' oyunu can alma sahnesi...)
Felaketler bizi vurmaz, krizler bizi vurmaz, heeep teğet geçer nasılsa... Bize bi bok olmaz...
Tarihimizin en büyük felaketlerinden birisi olan Gölcük depremi bile aslında direk bizi vurmadı. 40-50 bin arası insanımızı kaybettiğimiz o küçük kıyamette, devletin açıkladığı ölü sayısı on beş bin küsurdur ve aslında o deprem bizim için değil Gölcük'teki donanmamızda bulunan günahkarlar için olmuştur. (Bunun için de bkz. ''7,4 Yetmedi mi ?'' yazılı pankartın açıldığı türban eylemi...) Resmi rakamlarda açıklanmayan ama hala nerede olduğu belli olmayanların akibetleri konusunda emin değilim ama bize bir şey olmayacağı konusunda sizlere garanti verebilirim...
GDO' lu ürünleri biz yersek sorun olmaz da, bünyesi zayıf Avrupa'lıya dokunabilir. O yüzden bebek mamalarımızda bile bulunabilir sorun değil.
Ucuz süt ürünlerimizde, ithal ucuz süt tozu (Bizde süt yok ya ,üretici sinirinden derelere döküyor. ) , hayvansal protein ve bitkisel yağ kullanımına izin verebiliriz. Sizler yoğurt kaymağı diye margarin benzeri bir şeyler yiyor olabilirsiniz ama sorun etmeyin! Bize bi bok olmaz. Tadı iyi mi? İyi !Devam edin yemeye... Yerseniz...
Mükemmel döşenmiş kanalizasyon hatlarımızın son durağı , arıtılmaksızın ırmaklarımız ve denizlerimizdir. Çorlu'daki Sağlık Mahallesi'nden akan Çorlu Deresi zehir saçıyor olabilir(?) ama siz sakın önemsemeyin ağır metaller bize hafif gelir...Bize bi bok olmaz nasılsa...
Şükür halimize... Yirmili otuzlu yaşlarda insanlar gruplar halinde kanser oluyorlar, gruplar halinde toprağa veriliyorlar, diğerleri kendilerine ne zaman sıra gelecek diye bekliyorlar ama şükür ki bizim ölü kuşlara araba çarpmış. Vallaaa bilaaa !!! Plakası belli, sürücüsü belli... Üstelik şoför itiraf etmiş;
'' Ben çarptım...''
Kuş gribinden domuz gribinden ölenlerin kat be kat fazlası keneden ölürken, çevreye bir bakın bakalım... Hangi hastalıkla ilgili daha çok yayın yapıyor basın???
Deniz balıklarıyla ilgili, ağır metallerle ilgili bir yasaklama var mı? Tavukları toplayıp pastörize yumurta satışları patlatırken o salgın, pastörize barbunya balığı ile ilgili bir reklam gören var mı?
Yok... Çünkü memlekette öyle bir sorun yok. Ağır metal, GDO, filtresiz sanayinin yarattığı su, toprak ve hava kirliliğinin kimseye bir zararı yok.
Bize bi bok olmaz !... Bizim kuşlarımız da hastalıktan ölmez. Şoför yemin etmiş ben çarptım diye...
2012'den önce...
Bunca yıl geldi geçti..Eskiyen bi takvimin yerine yenisini asarken duyduğumuz heyecansa hiç değişmedi. Yeni yıldan yeni şeyler beklemek...Umut Fucker'ın ekmeği ya...
Ahan da girdik 2011' e...Şimdilik sadece biz ona girdik...2011 ortalarını bile beklemeden onun da bize girdiğini hissedeceğiz. Kaçınılmazı yaşayan birinin aldığı zevke benzer bi hazla...Mütecaviz zamanlar önümüzde...Önsevişme uzun sürse bari...
Bu yıl kim ne yapar bilmem...Ama ben baharı beklemeden bir temizlik yapmaya kararlıyım...Hayatımdaki bütün süne zararlılarını ( iğğğğhh hala bu benzetmeyi yaptığıma inanamıyorum.) temizlemeye karar verdim...Şimdiden biri gitti bile...
Yeni yıla hızlı bir başlangıç yaptım vesselam...'' Nasıl başlarsa öyle gider.'' geyiğine hiç girmeyeceğim.( Bir pergel, bir cetvel, bir de çikolata alacağım.) Rivayete uyacak olursak, bütün bir yılı fuckır geçireceğimi düşünmek bile istemiyorum.
Zodyaktaki durumum nedir, horoskopum ne söyler bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Günlerin getirdiğini yaşayıp görücez. Keza tam da şu anda görmekteyim. 2011' in ilk yazısını yazıyorum. Bilog yazmaya başlarken, gayet azimli ; '' Eeee zevkli işmiş lan bu.Ben hergün yazarım artık. '' diyen içsesime sövesim var. Bir kaç bilogum olduğunu daha bu akşam hatırladım. ''Biri'' hatırlattı...Unutmamak lazım. Kendimizden sorumluyuz... Hayatın kavgasına, kargaşasına kapılıp, sahip olduklarımızı ihmal etmek gafletine düşmeden...İh-mal-...
Yazıyorum da yazmasına, sonu nereye gider bilmiyorum. Kendimi yazmaktan kaçırmamın sebebi bu olsa gerek. Yazacaklarımı önceden tasarlamıyorum. Yazdıkça çağrışımlara kapılıp, parmaklarımın götürdüğü harfelere basıyorum...Şimdi bu yazının sonunun nereye gideceğini bilmediğim gibi, başlığı hakkında da hiç bir fikrim yok.Tıpkı büyük umutlarla girdiğim yeniyılın başıma ne çoraplar öreceğini kestiremediğim gibi...Bilinmezlik kötü şey. İnsan böyle böyle soğuyor herşeyden. Sürprizlerden, son dakika glişmelerinden hoşlanmayan ben için tam bir işkence... Mayası bozuk insanları temizlemeye niyetlenmiş biri olarak, az çok tahmin edebiliyorum aslında... ''Maya'' demişken ; ya bu, kıyametten önceki son yılımızsa...Has...tir !
Neyse bilog...Yeni yılın kutlu olsun senin de...Ben artık kaçar. Okumam gereken ve sonuçlarını az çok tahmin edebildiğim bir yığın kağıt var. Şimdi anladım ki, bişeyleri önceden bilmek de mutlu etmiyor beni...Hay ben senin!!! Fuckerım ben fuckerım...Ya da fakırım...
Ahan da girdik 2011' e...Şimdilik sadece biz ona girdik...2011 ortalarını bile beklemeden onun da bize girdiğini hissedeceğiz. Kaçınılmazı yaşayan birinin aldığı zevke benzer bi hazla...Mütecaviz zamanlar önümüzde...Önsevişme uzun sürse bari...
Bu yıl kim ne yapar bilmem...Ama ben baharı beklemeden bir temizlik yapmaya kararlıyım...Hayatımdaki bütün süne zararlılarını ( iğğğğhh hala bu benzetmeyi yaptığıma inanamıyorum.) temizlemeye karar verdim...Şimdiden biri gitti bile...
Yeni yıla hızlı bir başlangıç yaptım vesselam...'' Nasıl başlarsa öyle gider.'' geyiğine hiç girmeyeceğim.( Bir pergel, bir cetvel, bir de çikolata alacağım.) Rivayete uyacak olursak, bütün bir yılı fuckır geçireceğimi düşünmek bile istemiyorum.
Zodyaktaki durumum nedir, horoskopum ne söyler bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Günlerin getirdiğini yaşayıp görücez. Keza tam da şu anda görmekteyim. 2011' in ilk yazısını yazıyorum. Bilog yazmaya başlarken, gayet azimli ; '' Eeee zevkli işmiş lan bu.Ben hergün yazarım artık. '' diyen içsesime sövesim var. Bir kaç bilogum olduğunu daha bu akşam hatırladım. ''Biri'' hatırlattı...Unutmamak lazım. Kendimizden sorumluyuz... Hayatın kavgasına, kargaşasına kapılıp, sahip olduklarımızı ihmal etmek gafletine düşmeden...İh-mal-...
Yazıyorum da yazmasına, sonu nereye gider bilmiyorum. Kendimi yazmaktan kaçırmamın sebebi bu olsa gerek. Yazacaklarımı önceden tasarlamıyorum. Yazdıkça çağrışımlara kapılıp, parmaklarımın götürdüğü harfelere basıyorum...Şimdi bu yazının sonunun nereye gideceğini bilmediğim gibi, başlığı hakkında da hiç bir fikrim yok.Tıpkı büyük umutlarla girdiğim yeniyılın başıma ne çoraplar öreceğini kestiremediğim gibi...Bilinmezlik kötü şey. İnsan böyle böyle soğuyor herşeyden. Sürprizlerden, son dakika glişmelerinden hoşlanmayan ben için tam bir işkence... Mayası bozuk insanları temizlemeye niyetlenmiş biri olarak, az çok tahmin edebiliyorum aslında... ''Maya'' demişken ; ya bu, kıyametten önceki son yılımızsa...Has...tir !
Neyse bilog...Yeni yılın kutlu olsun senin de...Ben artık kaçar. Okumam gereken ve sonuçlarını az çok tahmin edebildiğim bir yığın kağıt var. Şimdi anladım ki, bişeyleri önceden bilmek de mutlu etmiyor beni...Hay ben senin!!! Fuckerım ben fuckerım...Ya da fakırım...
Kırık Beyaz
Bir cumartesi sabahı...Memlekete aile ziyareti için gittiğim diğer cumartesi sabahlarından tek farkı, çatıları hafif kapatan bir kar manzarasına sahip olmasıydı...Manzarası ve macerası bol bir yolculuk beni bekliyordu...
Artık sıcacık evlerimize geri dönüyorduk, sevinçliydim...
Arabanın üzerindeki karları temizleyip, geçtim direksiyona...Şehri tam çıkmıştım ki, aksilikler silsilesi kendini göstermeye başladı...Kah yolun kenarına park etmiş bekleyen kamyonlar, kah yolu kapatan başka araçlar...Dur kalklarla devam ediyordum. Bir ara yol açıldı...Artık kaplumbağa hızıyla ilerlememeliydim...Hızlandım...Bu ikinci hataydı...İlki mi neydi? Tabii ki yola çıkmak...Derken aracın hakimiyetini kaybettim bulamıyorum...
Araçla karda dans çok da keyifli değildi...Sağ taraftaki bariyerin beni çağıran havasına kapıldım gidiyorum...O ara, az sonra olacakları saniyenin bilmem kaçta kaçı bir hızla düşünüyordum...Beni bulacakları hurdaya dönmüş araçta; sıkışıp kalmış, kanlar içindeki halimi bile görebiliyordum...Sonra kendime gelip, diraksiyonu sola kırmayı başarabilmiştim ama aracın koca kıçını bariyere vermesini engelleyememiştim...Çarpma anının sesi ürkütücüydü ne yalan söyliim...Devriye gezen ve yolda kalmışlara yol gösteren, kazaların raporunu tutan trafik otosu benim de yardımıma koştu...Sonra o Amerikan filmlerindeki diyaloglara benzer bi konuşma geçti aramızda :
'' Yolun bundan sonraki kısmı çok daha kötü dostum...Zincirsiz ve kış lastiksik ilerlemek imkansız... Bence ileriden dön ve evine git.'' '' Peki memur bey...''
'' Yolun bundan sonraki kısmı çok daha kötü dostum...Zincirsiz ve kış lastiksik ilerlemek imkansız... Bence ileriden dön ve evine git.'' '' Peki memur bey...''
Memur beyin söylediği gibi yaptım...Bir kaç kilometre ilerdeki yol ayrımından dönüp, eve gittim...Madem bugün ailemi görmeye niyetlenmiştim, o zaman bu yolculuk işini toplu taşıma aracıyla gerçekleştirmeliydim. Arabayı oturduğum binanın önüne parkedip, belediye otobüsü maarifetiyle otogara ulaştım...Minibüsteki yerimi aldım. Birazdan aynı etabı grup halinde deneyecektik...Heyecanlıydım...
Karlı bir cumartesi sabahı, evine sevdiklerine ulaşmaya çalışan yolcu huzuru dolu minibüsün tekerleğinden çıkan zincir sesleri, güvenimizi de sarıp sarmalıyordu...Kar altında ayrı güzel duran çam ağaçlarını seyre dalıp, ilerliyorduk...
1. ve kişisel denememde hüsrana uğradığım noktaya ulaşamadan yolda kalakaldık...İşgüzar şoför, bir kaç yeri arayıp yol durumunu öğrendikten sonra bize doğru dönüp;
'' Bu yolda ilerlememiz çok zor.Acil işiniz yoksa geri dönelim.'' dedi...Canım yurdumda demokrasiyi özümsemiş yurttaş kimliğimiz bir kez daha gösterdi kendini... ''Dönelim diyenler? '' , '' Devam edelim diyenler? ''Oy
çokluğuyla geri dönme kararı aldık...Yalnız bu ezici üstünlüğü hazmademeyen yaşı geçkin bir teyze vardı ki, demokrat çoğunluğun hışmından korkmuş olsa gerek, kendi kendine alçak sesle homurdanıyordu :
'' Bu ne canım? Ben evime gitmek istiyorum.Bu karayolları uyuyor mu? vs..vs...''
1. ve kişisel denememde hüsrana uğradığım noktaya ulaşamadan yolda kalakaldık...İşgüzar şoför, bir kaç yeri arayıp yol durumunu öğrendikten sonra bize doğru dönüp;
'' Bu yolda ilerlememiz çok zor.Acil işiniz yoksa geri dönelim.'' dedi...Canım yurdumda demokrasiyi özümsemiş yurttaş kimliğimiz bir kez daha gösterdi kendini... ''Dönelim diyenler? '' , '' Devam edelim diyenler? ''Oy
çokluğuyla geri dönme kararı aldık...Yalnız bu ezici üstünlüğü hazmademeyen yaşı geçkin bir teyze vardı ki, demokrat çoğunluğun hışmından korkmuş olsa gerek, kendi kendine alçak sesle homurdanıyordu :
'' Bu ne canım? Ben evime gitmek istiyorum.Bu karayolları uyuyor mu? vs..vs...''
O yataktan hiç kalkmamalı, gerine gerine uyumaya devam etmeli, sıkı bir kahvaltı sonrası çay ve sigara eşliğinde pencere camından karın yağışını izlemeliydim...Hala geç kalmış sayılmazdım...( Burada yazar, dönüş esnasında iç sesini dinlemektedir.) Sonra bi başka teyzenin şu cümleleriyle kendime geldim : '' Bakale...Bakale biz gelemiyok... Yollar dıkalu. Arabalar gitmiyi... Heee he ! Geri dönüyok.''
Sonunda otogara ulaştık...Bu yolculuk denemesi de başarısızlıkla sonuçlanınca ödediğim bedeli geri almalıydım. Cevval bir tavırla sordum :
'' Yol ücretlerini iade edecek misiniz? '' diğer yolcuların da sesi olmuştum. Sayemde paralarını kurtardılar. Bu arada yola devam edelim diyen yaşı geçkin teyze hala homurdanıyordu...Üniversiteli iki kızın minnettar bakışları arasında, bi kahraman edasıyla oradan ayrıldım...Yine otobüs maarfetiyle hikayenin başladığı yere, evime döndüm...En başından yapmam gereken şeyleri yaptım...Güzel bir kahvaltı hazırladım, karnımı doyurdum...Çayımı sigaramı alıp, mutfak penceresinin camından dışarıyı beyaza, yolculuğu çileye boyayan karı izledim...Kırık bir benzin deposu kapağı, göçmüş bir sağ arka, yollarda kaybolup gitmiş bir bikaç saatten öte, yorgun, kırgın ve öfkeli bir ruh halim vardı elimde, bir de minibüs camından çekilmiş şu fotoğraf karesi :
'' Yol ücretlerini iade edecek misiniz? '' diğer yolcuların da sesi olmuştum. Sayemde paralarını kurtardılar. Bu arada yola devam edelim diyen yaşı geçkin teyze hala homurdanıyordu...Üniversiteli iki kızın minnettar bakışları arasında, bi kahraman edasıyla oradan ayrıldım...Yine otobüs maarfetiyle hikayenin başladığı yere, evime döndüm...En başından yapmam gereken şeyleri yaptım...Güzel bir kahvaltı hazırladım, karnımı doyurdum...Çayımı sigaramı alıp, mutfak penceresinin camından dışarıyı beyaza, yolculuğu çileye boyayan karı izledim...Kırık bir benzin deposu kapağı, göçmüş bir sağ arka, yollarda kaybolup gitmiş bir bikaç saatten öte, yorgun, kırgın ve öfkeli bir ruh halim vardı elimde, bir de minibüs camından çekilmiş şu fotoğraf karesi :
Bu cumartesiden çıkarılacak dersler :
1. Kaygan zeminlerin adamı değilsen, kaygan zeminde zincirsiz yola çıkma.
2. Kaygan zeminde vites büyütme.
3. Vaktiyle verilmiş sadakalar hayat kurtarır.
4. Demokrasi güzel şey.
5. Almadığın hizmet için para ödeme.
6. Çoğunluğun kararına saygı duy.
7. Bakale...Biz gelemiyok !8. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır.
9. Çay ve sigara muhteşem ikili.
10. ve son : İnsanın evi gibi yok...Benim de sevgilim gibi...Bütün bu hikayeyi telefonda ona anlatırken ben burnumdan soluyordum, o gülmekten ölüyordu...

Küçük Şeyler...
Başlığa bakınca, aklından müstehcen şeyler geçiyorsa, gülerim haline eyy okur ! Yüzündeki muzip gülümsemeyi sil hemen ve devam et okumaya. ( Burada yazar ; kendini bi halt sanmaktadır. )
Mutlak mutluluk da, mutlak mutsuzluk da yoktur ya hani...Hayat anlardan ve anları oluşturan ayrıntılardan ibarettir... Küçücük şeyler vardır bizi mutlu eden, mutsuzluk yaşatan...( Burada yazar ; kendini ermiş hissetmektedir. )
Örneklere geçelim mi? Ziira sadet( Sadet'i tanımam) bizi bekler...Gelelim bakalım :
Mandalinayı soyup, bir dilimini ayırıp,atarım ağzıma... İçkıvrımının tam ortasından bir diş darbesi... Bütün c vitamininin ağıziçi boşluğuma fışkırdığı an...
Teneke kutulu içeceklerin ( ki benim tercihim bira olur genellikle ) açma halkasını çektiğimde çıkan o ses...Hayata bi skeee! çektiğimiz an...
Hapşırık sonrası avucuma yapışan larva benzeri balgam parçacığını bir fiskeyle elimden ayırdığım an...Nereye gittiğinin önemi yok...
Bütün gün dilime dolanmış bir şarkıya, müzik kanallarından birini açar açmaz rastladığım an...
Sigaramın külünün biriktiğini farkedip, tam da dalını terkettiğini anladığımda avcuma hapsettiğim an...
Google Abiye sorgulattığım bi meseleye, ilk ''tık'' ta yanıt bulduğum an...
İş dönüşü kapıyı açar açmaz kenefe girip, idrar kesemin çeperine akılalmaz bi basınç uygulayan idrarı ait olduğu yere gönderdiğim an...( Ohhh dünya varmış hesabı ...Burada yazar ; rahatlamış olmanın altını çizmektedir... )
Cep telden saate baktığımda, saat ve dakikanın aynı olduğu ana tanık olduğum an... Misal : 17:17 ( O da beni düşünüyor...Burada yazar ; romantizme gönderme yapmaktadır... )
Msn de sevgiliyle yazışılmaktadır...Derken web-cam ler açılmak istenir...Bağlanılıyordur...Beklerim...Vee...O bağlantı anı...Sevgilimi karşımda gördüğüm an...( Burada yazar ; hala romantizimden çıkamadığını ve sevgilisini çok özlediğini belirtmek ister gibidir... )
Diş fırçaladıktan sonra aldığım ilk nefesin ferahlığını hissettiğim an...( Burada yazar ; hijyene verdiği önemi sergilemektedir...)
Bir dosyanın, bir yazının tamamlanma aşamasında, son cümleden sonra noktanın koyulduğu an... ( Daha o ana çok var lan ! Burada yazarın içsesi ; yazmaya devam etmesi gerektiğini hatırlatmaktadır... )
Bulaşıkların yıkanıp, ocağın temizlenip, tezgahın silinip, bezin durulanıp, sıkılıp, armatürün başına yerleştirildiği an...( Burada yazar, yine mutfağını bok götürdüğünü ima etmektedir... )
Bi belgesel, bi bilgisel, bi yarışmasal bişii izlediğimde
'' Aaa ben bunu biliyorum.'' dediğim an...( Burada yazar engin bilgi birikimine ya da kendi deyimiyle gereksiz bilgiler çöplüğüne güvenini tazelemektedir. )
Bi belediye, bi halk otobüsüne binişte akıllı biletimde geçerli ''bas - geç''olduğundan emin olamadığım halde, madara olmak pahasına kartı manyetik okuyucuyla öpüştürdüğümde onay dııtını duyduğum an...( Burada yazar ; teşhis sanatı yapmaktadır... Edebi sanatlar konusunda fena sayılmaz kendisi...)
Yeterince mutlu olduk sanırım...Ama hayat salt mutluluktan ibaret değil. Öyle anlar var ki ; küçücük de olsa insanı mutsuz olmaya itebiliyor... ( Burada yazar ; yine çokbilmiş bi edaya bürünmüştür ve mutsuz olduğu anlara geçiş yapmak istemektedir...Ziira sadet - ki hala tanımam kendisini - hala bizi beklemektedir... )
Sigara paketini açış bandından açarım ama o lanet şerit elime yapışıp, bi türlü bırakmaz...Öfkeden kudurduğum an...
Açma şeritleriyle başım belada...Bir güzel silindirik bisküvi almışım...Tutkunuyum..Bir an önce o lezzetle buluşmak istiyorum ama paket, açılmamak üzere imal edilmiş sanki...Anahtarla, diş darbesiyle bi şekilde açmışım...Paketin sonunda rastladığım kırmızı şeriti gördüğüm an...( Burada yazar ; mal olduğunu değil, sabırsız olduğunu belirtmektedir...Paketi ters tutmuş olabilir... )
Çok sıkışmışım...Küçük abdest yapmışım...Sallamışım, sıkmışım...Tam donumu çekerken bir damla dahanın aktığı an...( Burada yazar ; erkek okurların ortak derdini şu veciz sözle özetlemek istemektedir ; Ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla... )
Hani ilk bölümde hapşırmıştım da elimde larva benzeri bi balgam parçacığı kalmıştı.Bi fiske darbesiyle gönderdiğimi söylemiştim.Gönderemediğim an...( Burada yazar okurun hafızasını test etmektedir... )
Kapısı yekpare cam olan bi dükkanın yine aynı kapısını ardına kadar açık zannedip, tosladığım an...( Burada yazara gülebilirsiniz... )
Severek takip ettiğim bi programın son reklam arasında sigara molası vermişken sigara içiş süresiyle reklam süresini örtüştüremeyip, döndüğümde programın ''role-caption'' una rastaladığım an...
Sigara demişken, sigarayı dudağımla buluşturup, ilk nefes sonrası sigaranın izmaritini oluşturan o sarı ve benekli, süngersi dokunun dudağımdan ayrılmak isteyip, zorla ayırdığımda dudak epitelimden bi örnek kopardığı an...O ne acıdır o....( Burada yazar ; sağlam bi içici olduğunu aşikar etmiştir... )
Yorgun geçen bi haftanın sonrası, öğlene kadar deliksiz uyuma fikriyle girdiğim yatağımdan bi cumartesi sabahı yine işe kalkış saatinde uyandığım an...( Burada yazar ; biyolojik saatiyle sorunlu olduğunu anlatmaktadır. )
Bir dosyanın, bir yazının tamamlanma aşamasında, son cümleden sonra noktanın koyulduğu andan bi önceki an, sistemin çöktüğü, bağlantının kesildiği an...Silbaştan yeniden dediğim an....( Burada yazar ; sadece küfreder ki okumak istemezsin... )
Acilen birini aramam gerektiğinde, karşıdan gelen '' Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.'' la başlayan cümleyi duyduğum an... ( Burada yazar sevgiliye ulaşamamanın kendisinde yarattığı sıkıntıdan dem vurmaktadır... )
Bir yazıya başlayıp, sonunu bi türlü bağlayamacağımı düşündüğüm an...( Burada yazar ; yazıyı artık sonlandırmak istemektedir ama doğru an olup olmadığını bilememektedir... )
Hayat anlardan ibarettir... Küçük şeyler vardır, büyük şeyleri oluşturan...Hayat, küçük şeylerden yansıyan büyük bir ayrıntıdır...Hayat bu küçük şeylerle anlamlıdır...Yok sayar, görmezden gelirsek neler kaçırdığımızın da, nasıl yaşadığımızın da farkına varamayız...( Burada yazar ; giderayak kendini haklı çıkarmaya çalışmaktadır...Yersen... )
ÜSTÜN DÖKMEN ' E SAYGIYLA ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)