30 Ekim 2010 Cumartesi | By: Acemi bi bilogcu...

Mobil İshal

    ''Çaresiz derdimin sebebi belli dermanı yaramda arama doktor.'' diyen bi şarkıyla şöhret basamaklarını tırmanmaya hazırlanan hanımkızımızın artık bi menaceri, bi imacmeykırı da olursa, Yeşilçam filmlerindeki şu repliğin yaşanması kuvvetle muhtemel.
     '' Derhal adını değiştirmeliyiz. Sahnelere yakışan havalı bi ismin olmalı. Alev, Handan, Lale gibi bişii. Bu isim olmaz kuzum. Sefa Topsakal...''

   Haftanın sonu, içi farketmiyor. Evinden dışarı çıkmayı sevmeyen bi tosbaa tembelliğinde televizyon, kompitür, yatak üçgeninde gidip geliyorum...En keyiflisi yatak bu arada...Yok.. Keyif aldığım hiç bişii yok bu günlerde.

    Biloguma gelmeden evvel bi feysbukuma bakayım dedim...Orada da bildiğin aynı nakarat...Beğen, paylaş, yorum yap butonları marifetiyle sürdürülen ve ne hikmetse hiç bıkılmayan videolar, resimler dönüüüp duruyo. Günün anlam ve önemine uygun olarak tabii... Dün mesela kırmızı-beyaza bürünmüştü anasayfa, bugünse romantik haftasonu tribi hakim... Edith Piaf 'ı ilk defa burada dinleyip
'' Ayy ben çok severim.''diyen yüzlerce insan olduğuna bahse girerim. Teknoloji güzel şey. Olsun...




    Bu aralar Feysbuk Mobil  moda oldu. Açıyosun anasayfayı falanca göndermiş Feysbuk Mobil  aracılığıyla ;
''Köprüde trafik facia.'' Artık Murat Kazanasmaz'a gerek kalmadı yani.
'' Sıtarbaksta Kahve'' zıkkım iç. Bana ne.
'' Tiyatrodayım.'' Görgüsüz ! Oturup oyunu izlesene. Ne işin var feysbukla.
'' Aaa deli gibi yağmur başladı.'' bak sen Allah'ın işine. Sonbahar mevsiminde yağmur. Vallaha mı diyon? Cık cık cık görülmüş şey değil yaw.

  Kadın mutfakta yemek yaparken '' Du ben telefonumla menüyü feysime gönderteyim'' diyen içsesine uyup, Feysbuk Mobil vasıtasıyla (aslında kurufasüyle, bulgur pilavı ve turşudan ibaret olan ama feysbuk mobille havalı duracak ya)
'' Bonfile, makarna, salata, şarap '' şeklinde gönderirken, ( böyle varsayalım ki aşağıdaki diyalog gerçekleşebilsin yoksa mobilpaylaşım şu iki iletiden öteye gitmez bu da yazının devamına zelal getirir : '' zaaart ! '' ''zooort ! '' Nasıl ossurduklarını da yazmasınlar yani. Biz iyisimi zengin düşünüp, menüyü sağlam tutalım.)kocası içeriden maç skoru yazar:
'' G.S 1 - FB 0 ''
Cinconlu işte n'olucak ! Bu çiftin , yemekten sonra şarabın gözüne vurup, kafalar güzel olmaya başlayınca da mobilpaylaşıma devam deyip,  mobil mobil durumdan bizi haberdar ettiklerini bi düşünsene...

    Kadın :  '' Herifinki kalkmadı. Takviye lazım.''
    Adam :  '' Ben Jazz severim. İçinde Saksafon var.''
    Kadın : '' Galiba tamam.Biz halvet oluyoz.''
    Adam : ''  Nefes nefese Devam ! ''
    Kadın : '' Ohaaa! 4.ye gidio manyak...''
    Birlikte : '' Ohhhh ! Orgazım sigarası pffff  ''

   Feysmobil sayesinde kimin ne halt ettiğini, nerede olduğunu, bulunduğu ortamın ambiyansını öğrenir olduk. Çok da şeyimizde olmamasına rağmen...

    Ben şimdi hacet gidermeye gidiom. Napiim yani telefonumu da yanıma alıp zıçarken mobilpaylaşımda mı bulunayım çıkarttıklarımın kıvamına bakıp;
    '' Motoru bozmuşum hacı.''
   '' Doktora mı gitsem, günlerdir böyle. ''
   ''Çaresiz derdimin sebebi belli, dermanı g.tümde arama doktor.''
29 Ekim 2010 Cuma | By: Acemi bi bilogcu...

Beşibiyerde

    
        Yağmur! Sen de vurup durma şu cama…Bi şarkıda geçiyodu... ama bilirim ki hiç bi şarkı sebepsiz yere yazılmamıştır… Dışarıda bi yağmur…Saatlerdir yağmakta…Başının üstünde bi  çatısı olanlar şanslı da, ya olmayanlar ne yapar şu anda? Düşünmek istemiyorum. Düşünürsem küfre girerim zinhar…İmtihan dünyası madem, herkes imtihanıyla baş başa... Çalışmadığımız yerden çok soru çıkacak daha...Du bakalım bunun bi de ayazı, karı var…( stv dizisi gibi başlangıç olmuş.Böyle devam etmez İnşeallah...Hidayete mi erecem ne? Hadi hıyarlısı...)


       Mevsimsel yorgunluklar, mevsimsel  özlemler…Kış ayazında, bahar şenliğinde, yaz sıcağında sevgilimi buldum da yanıbaşımda, henüz sararmış yapraklar üzerinden bi geçmişliğimiz yok kendisiynen…Belki de ben en çok bunu istiyorum. Bi sonbahar manzarasının hüznünü yaşamak senin  anlayacağın…( sen her kim isen... )


       Dört mevsime yayılmış bi aşkın eksik kalan parçası  bu istediğim şey...Ee be yağmur! Sen de vurup durma şu cama! Yok işte…Yok! N'aapabilirim? Sadece HAYAL edebilirim…


       Dalıyla vedalaşmış, sarı yaprakların örttüğü ıslak bi yolda, bi araba keyfinde, sevdiğimiz bi şarkı eşliğinde ağır ağır ilerliyorken, elini turtup sıcaklığını hissedebilmek ne güzel olurdu…Sonra sağa çeker, iner elele yürürdük. Hüzünbaz iki sevgili...Ben ki buraya salya sümük aşk nağmeleri yazmayacaktım.


 İçses1 : Olum senin zaten bunları yazabileceğin bi bilogun yok mu iki bilog ötede?)


      Hass….Sektör! Şimdi sadece anılarından teselli bulduğum anlar var….Bir de fon müziği… O kadar oldu mu sahi? İle başlayan…


    İçses2 :   Harbi acemi bi bilogcusun olum sen! Verdiğin sözleri tutamıyor, yanlış zamanlarda yanlış şeyler yapıyosun…Yanlış biloglarda geziniyor, kendi içinde çelişiyosun.  


    İçses3 :Napiim lan olsun a.q.


    İçses4  : Hadi git.Yat uyu dinlen biraz. Yağmurda uyumak güzel olur olum. Valla bak...Git yat sen...


    İçses5Dooru diyon la...Gidip yatayım en iyisi. Düşünerek, yazarak özlem büyütüceeme, yatarak kıç büyüteyim değil mi?

        Ben  : Tamam la yatıp zıbarın hepiniz!
         
       Şişşşt yağmur! Sen de vurup durma şu cama. Uyumaya çalışıyoz şurda...
      

 
28 Ekim 2010 Perşembe | By: Acemi bi bilogcu...

Bi dizi hata...

       Ben bi hata ettim… Bilogırların dünyasına hızlı bi dalış yaptım… Alım satımdan anlamayan birinin, bırokırların dünyasına dalış yapıp Dow Jones'u tepetaklak etmesi gibi bişii…(Alakası yok lan sırf kafiye olsun diye.Ne anlarım kağıttan, borsadan)

       Ben bi hata ettim... Tıp dünyası, literatüre yeni bi terim daha ekleyebilir. ''Ben bi hata ettim.'' le başlayan cümle ve devamı için '' Cemile Sendromu '' denilebilir pekala…Gün içinde sıkça söylediğim bi cümle bu...Yanlış meslek seçimi…Her günü başka bi eziyet. Başlangıçta iyiydim. İdealist, gözükara, başarılı… Şimdilerde haylice bedbaht… Zamana bıraktım bakalım. Geçer mi bu depresif haller bilmiyorum ama şunu çok iyi biliyorum ; Öyle bir geçer zaman ki…

     Ben bi hata ettim… Yanlış zamanda yanlış yerde olmak gibi bişiii…Oysa kaçınılmazsa keyf almaya bakacaksın... Şimdilerde insanların birbirine sorduğu o meşhur soru gibi.Fatmagül’ün Suçu  Ne ki ?

     Ben bi hata ettim… Ali-Cengiz oyunlarına hayranlıkla bakıp, Ezeli bi intikamın kurbanı oldum. Ey şanına zeval gelesice ulusal kanal! Bana neler ettiğinin farkında mısın? Hangimizin hayatında öyle kallavi bi Dayı var?

     Ben bi hata ettim…Her sonbahar gelişinde, sarı sarı yaprakların döküldüğü, koca bi çınarın devrilişini izledim. Öylece uzaktan. Şimdi dilsiz, biçare o çınar. Seyredalıp kendi Yaprak Dökümümü unuttum. Kime diyorum ben? Ali Rızaaa!

     Ben bi hata ettim….Fred Perry ve Iphone destekli, yalılarda, son model arabalarda, sevişgenlik dozunun  ve paranın gırla, mutluluğunsa gramla tadıldığı, çakma olduğu Su götürmez o aptal diziye de yan gözle baktım..Şişşşt aramızda! Küçük Sırlar da saklanır, ve hatta saklanmalıdır.

    Ben bi hata ettim…Bu yazıyı hiç yazmamalıydım. Şimdi geyiğin dibine vurmalı, türlü kelime oyunları yapmalı, çekirdek çitleyip sohbet etmeli, mahellenin bıçkın delikanlısı olarak Geniş Ailemle vakit geçirmeliydim…

    Ben bi hata ettim….Hatta ettim ulan. Bile isteye ettim.Belki biraz isyan ettim. Anlamsız bulsam da izlediğim, yerine bi alternatif koyamadığım, ( Ne biliim bi kitap oku, bi belgesel izle di mi ama? Olmadı sınav çalış!) kıçımı yayıp uzun oturmayı kâr saydığım bu düzene isyan ettim. Dövüşesim var... İçimde, arenadan yükselen tezahüratlar : Spartacus! Spartacus! Spartacus… ama bana küsme … (  Buyrun küsebilirsiniz ya da kusabilirsiniz. Takılın kafanıza göre...)

     Sahi yaa geçmiş zaman...Unuttum şimdi...Çocuklaaar!
    How I met your mother?
27 Ekim 2010 Çarşamba | By: Acemi bi bilogcu...

Etibilog

      Sevgilimin feysbukunda bir durum yazısı gördüm bu sabah.İngilizce sözcüğünün etimolojik gelişimini yazmıştı.Bilogır olma yolunda emin adımlarla yürürken,  yazacak konu bulmakta zorlanırım endişesine ilaç gibi geldi bu status şeysi...Niye benim de bi iki küçük katkım olmasındı ki dilbilimine? Olsundu anasını satiim. Gerçi güzelim dilimizi doğrudürüst kullanma konusundaki hassasiyetim burada yerleyeksan ama maksat, eş dost arasında keyifli bi muhabbet ortamı yakalamış da, sohbet ediyo gibi yazmak ya...İşte bu esneklik o yüzden. Siz, TRT spikerleri hiç küfretmez, argoya bulaşmaz, hep haber metni okur gibi mi konuşuyo sanıyosunuz? O yüzden kasmayalım. Biz bize laflıyoz şurda...


     Yosma! ( Yok. Sana diil annem.Oku bi hele.) Anne babaların yeni doğmuş kızlarına neden böyle bi ismi layık gördüklerine anlam veremezdim bi vakitler.Oysa kelime son derece nayif bi anlam içeriyor.'' Şen, güzel, genç kadın.''

    Sütyen... Süt-meme ilişkisi çağrıştırıyor değil mi? Sanki memeden akan sütün giysiye bulaşmasını önlemek için tasarlanmış bi accesoire gibi görünüyor.Aksesuarı özellikle yazdım çünkü köken Fransızca.Sütyen de '' sois - tien '' kelimelerinden oluşmuş. Anlamı mı?Valla hiç öyle sütle memeyle ilgisi yok tuttuğu şey meme olsa da...Aşağıdan tutan.

    Madem, yosma, sütyen gibi erotik çağrışımlı kelimelerden başladık öyle devam edeyim sevgili izlekler.

    Pezevenk ! ( Yok. Sana diil annem.Oku bi hele...) Kelime Fars uyruklu. Orijinali '' Pejavend '' ''Kapı tokmağı'' manasına. Zamanla anlam genişlemesine uğrayıp, kapı arkasında bekleyen, karı kız pazarlayan adamlar için kullanılmaya başlamış.Dış kapının dış mandalına bak sen...

   Kaltak ! ( Yok. Sana diil annem.Oku bi hele...) Güzel Türkçemizdeki gerçek manası '' Alta konulup,üzerine oturulan'' bildiğin minder...Ama aslında ata, eşşeğe vurulan eyer anlamında kullanılmış...Alttan almayı değil ama alta almayı seven milletiz vesselam ; 
( Güreş boşuna milli sporumuz olmamıştır.) durumdan vazife çıkarıp, kaltak kelimesini '' Önüne gelenin altına yatan kadın'' anlamında kullanmayı tercih etmişiz.

   Puşt ! ( Yok. Sana diil annem.Oku bi hele...) Kelime yine Farsça. Arka,kıç yani bildiğin göt anlamına geliyor. Vay puşt vayyy!...Adamlar zıçmışlar dilimize.Şimdi de çok masumane kullanmıyoruz hani.

   Çirkef ! ( Yok. Sana diil annem.Oku bi hele...) Farsça çirk ve ab sözcükleri birleşmiş ve çirkab olmuş.Söylene söylene çirkefe batmış.Yani dönmüş.Çirk pis, ab da malumunuz su oluyor.Pis su yani bildiğin terkos suyu.
 
    Hadi bu kadar kötü kullanıma mahal veren kelimeden sonra daha intellectual bi kelimenin köküne vuralı.. yani inelim...

     Kırtasiye... ( bunu isteyen alabilir) Kelimenin aslında dokunaklı, ağlamaklı azbiraz Yeşilçamsı bi öyküsü var.

    Eski zamanlarda bi köyde askerdeki yavuklusundan gelen mektubu köyün okuma yazma bilirkişisine deşifre ettirdikten sonra;
 '' Gurbanın olam ağam. Alim benden cuvap bekler. Ben deyiversem de sen yazsan.Erimi asgerocağında mektupsuz gomasak.''   diyen Zeynep gelin,
'' Hee olur... Sen kağıdınan galem bul gel, ben yazarın.'' cevabını alınca dumura uğrar.O istedikleri kendisinde namevcuttur. Bi kaç konu komşu gezer, kağıt kalem sorar. Aldığı cevap hep olumsuzdur.Koca köy diicem olmıcak , köyde kimsede kağıt kalem yok mudur? Yoktur işte... Son bi umut, kapısını çaldığı başka bi hane sahibi :
'' O dediklerin bizde yoktur. Ancak Kürt Asiye'de bulursun.'' der. Zeynep gelin bi koşu Kürt Asiye denen kadının kapısında bulur kendini. Halini arz eder. Kürt Asiye bilmiş bi edaynan ;  
'' Hee o dediklerin de, daha fazlası da bende var çok şükür. Bekle iki dakka getirip gelem.''    der ve istediklerini verir Zeynep'e. Kağıdı kalemi kapan Zeynep gelin, sonunda biricik erine göndereceği mektubu yazdırır. O günden sonra kimin kağıda, kaleme, silgiye, kitaba, pergele, cetvele, ataşa, abaküse başısıkışsa, ''Kesin Kürt Asiye 'de vardır.'' deyip onun kapısını çalar olmuştur. Kürt Asiye artık bedavaya vermez hiçbişeyi. Zamanla köşe olur. Kürt Asiye daha bi zengine, adının oluşturduğu söz dizisi de söylene söylene zamanla Kırt Asiye'ye oradan da Kırtasiyeye dönüşür. O gün bugün kağıtla yapılan tüm işlemlere ve bunlarla ilgili mazlemelerin satıldığı tükanlara Kırtasiye denmektedir. Ruhunuz Şaad olsun ;

                                Kürt Asiye

                                     Zeynep Gelin
                                         Ali Çavuş
                             Okuma Yazma Bilirkişi
                                                ve
                      Fakir Köy Halkı( Kürt Asiye Hariç )


                                   s   a  y  g  ı  y  l  a ...

                       

   

   
26 Ekim 2010 Salı | By: Acemi bi bilogcu...

Dingil ! ...

      Yok. Sana diil annem...Oku bi hele:  

      Siz... Hiç, sırf sevgiliniz hoşlanıyor diye blog yazmayı denediz mi? Ben denedim.Çetrefilli iş bu blog yazmak...Hayatı boyunca ''günlük'' tutmamış birinin hergün oturup bişeyler yazması,yazmak zorunda hissetmesi zorluyor...Bir de yazdıklarının birileri tarafından okunup,okunmadığını bilememek var.Bilmem... Bi kasıyo insanı...Acemiliğimi üzerimden atabilmem için zamana ihtiyacım var sanırım.Zamandan başka da elimde olan bolca bişii yok zaten.Zaman zenginiyim ben.


    Hayat, Dianne Dengel ( ki benim kendisine DİNGİL diyesim var.) resimlerindeki gibi geçmiyor çoğumuz için...Yaşlı, yoksul, ama mutlu hayatlar.Ha S...rrr! Resimlerdeki insanların yaşları 70-80.Üst baş perperişan.Kırkyamalı giysileri,badanası dökülmüş evleri,leğende banyo sefaları,ahı gitmiş vahı kalmış pejmürde hallerine rağmen yüzlerinde (sahte) her daim bi tebessüm.Sevgi pıtırcığı tontonlar.Canlarım benim...

    Bu resimlerdekinin aksine yoğun bi mutsuzluk hali içerisindeyim.Sırf bilog seviyor diye yazdığım sevgilimi özledim ben...Manyaklığın katmerlisi işte.Oysa ben burada duygusal devinimlere yer vermeyecek,salya sümük aşk na(ğ)meleri yazmayacaktım...Bunun için ayrı bir blogum var zaten iki blo(k)g ötede...Aha! Blog zenginiyim de ben...''Her nevi blog bulunur.''

    Psikolojim alt üst...Zamane insanıyım işte.Espri,stres,depresyon kavramları her nevi muhitten insanın diline pelesenk olmuş durumda.Milletçe kültürleniyor,kültür mantarı gibi çoğalıyoruz.Sabah işe giderken spordan gelen orta yaşlarda iki kadının konuşmasına kulakmisafiri oldum.''Müsaitseniz kulağım size gelecek.'' demeden hem de...Eskiden bi müsaade alınırdı misafirlikten önce.Şimdi dilediğimize dilediğimiz an müsafir olabiliyoruz.Neyse. Hanım ablalardan bahsediyoduk,dağıtmayalım. '' Bu aralar fazla stresliyim galiba.Düşünmeden konuşuyom kıı.Ama vallaha sırf espiri amaçlı söylediydim ben o lafı.'' misafirliğim bu laftan sonra bittiğinden mütevellit gerisini nakledemiyorum.İstemeden misafiri olduğum yerden, istemeden ayrılmak zorunda kalışıma hiç içerlemedim vallaha billaha bak... Ziira muhabbet boka saracaktı besbelli...

    Demem o ki;  milletçe bi bunalımdır, bi depresyondur, bi sıkıntıdır gidiyor. Mutlu azınlıkları gıptaynan izliyoz hepsi bu. Hal böyle oluncaa, yukarıda gördüğünüz resme bakıp da '' DİNGİL'' dememek zor oluyor hani...(En azından ben için... )Başkası beni bağlamaz kardeşim.Kötü söz sahibine aitse, iyi söz kamunun mu? Yok bööle bişii.Sizi kandırıyolar. Ben diyorum ; hatta bi daha diyorum ve bu söz bana aittir. Lütfen izinsiz kullanmayalım : DİNGİL!
Copyright ©Acemi bi bilogcu.
25 Ekim 2010 Pazartesi | By: Acemi bi bilogcu...

Tezgâh

       Pazartesi, sendromunu da alıp, ağır aksak gitti... Geride haftanın ilk günü olmasının verdiği bir kibirlilikle malsı bir yorgunluk bırakarak.Olum Pazartesi! Seni sevmiyorum bilesin. Pazar senden bi tık daha iyi .En azından uykuya zeval vermiyo.


       Şimdi daha yazının başında bir sigara yakiim diye mutfağa girdim de, tezgah çıfıt çarşısına dönmüş anasını satiim.Yuvarlanıp kapağını bulamamış tencerelerden tut da, '' bardak gibi dizilmek'' deyiminde nizam ve düzeni vurgulayan özneler(okuyucunun zekasını hiçe sayan bi anlayışla anlamayanlar için bardaklar), deyimin aksine gelişigüzel heryerdeler...Sonra çatal,kaşık,tabak,çanak...Çanak dediysem lafın gelişi tabii.Kalabalık gözüksün maksat. Bul-aşık vaziyette birbirlerine sokulmuşlar.Üstlerinde bir disko topu eksik.Kaygan,parlak mermer zemin üzerinde kalabalık, içiçe, renkli bir güruh...Sıcak sudan,soğuk suya girmek istemeyen elim, belki de bu aşıkların pardon bulaşıkların rahatını kaçırmamak adına bir türlü suyla buluşturmak istemiyor kendilerini ;Külliyen yalan. Atarım yok valla...Dursun bakem biraz daha. Yııkarız bi ara.(yıkmayız)


     Ara demişken bi ara tematik kanalların birinde bir grup mürekkep yalamış insan '' yemek tarihi''nden bahsediyordu. Bunlar oturmuşlar , sofra tarihinde ilk olarak bıçağın,sonra kaşığın en sonunda da çatalın kullanılmaya başladığından filan söz ediyorlardı. ''Yemekteyiz'' programında bile bu kadarına rastalayamayan ben, kalakaldım ve izlemeye devam ettim. Adını şimdi hatırlayamadığım ''Yemek Tarihi Uzmanı'' mutlak daha alengirli bir titr sahibidir kendisi ; o engin bilgisiyle anlatıyordu : '' Romalılar kesici bıçağa CULTELLUS diyorlardı.Mutfak için doğrayıcı olan büyük bıçaklar '' CULTER COQUİNARİS'' adıyla anılıyordu.'' Vayy be!! Üstad konuştukça merakım artıyor, hadi çatala gelin artık diye geçiriyordum içimden.Çatal deyince de aklıma tesisatçılar gelir nedense...
   
       Etleri ateşte kızartmak için Romalılarca kullanılan iki uçlu çatalın bugünkü işlevi doğrultusunda kullanılmadığından ''çatal''dan sayılmadığını,( çatalın da çok şeyinde )  bildiğimiz çatalın Avrupa'da ilk olarak XIV. yüzyılda Macaristan Kraliçesinin eşyaları arasında 30 kadar kaşığın yanısıra altından yapılmış tek bir çatal şeklinde ortaya çıktığından bahsediyordu uzman yemek tarihçimiz. Neyse ben de bu gereksiz bilgiler çöplüğüme yeni bilgiler eklediğimi düşünüp kendimi karda hissettim. Kâr da yani...Kime ne faydası olacaksa artık...


    Şimdi bir sigara daha yakmak için mutfağa geçtim de içerdekilerde durum aynı. Bıraktığım gibi bekliyolar.Tam da bu cümlenin sonunda sigara yakmak için ikide bir mutfağa gitmek yerine, paketi ve çakmağı buraya getirmeyi niye akıl edemediğimi düşünenler varsa sivrizekalılık yapmayın derim.Çakmak yansa tamam ulan.Paket zaten yanıbaşımda.Sigarayı ocaktan yakmak için gidioz heralde...Çatalın tarihçesini yalamış, yutmuş ben, bu kadarını akıl edemez miyim sanıyosunuz?


    Sigaram bitti...Yenisini yakmadan evvel şu tezgaha el atayım bir.Tabak, çanak, tencere, kapak...Çatal, kaşık, fincan, bardak ( valla kafiyeli oldu yaw) suyla buluşup, kendine gelsin...Eli yüzü parlasın şuncaazların...

    

    

   

  
24 Ekim 2010 Pazar | By: Acemi bi bilogcu...

Sendrom-u Pazar(Er)tesi

      Hadi bakalım hayırlı uğurlu olsun.Ondan bundan görüp, Google Abi'den sorgulattığın satırlara envai çeşit bloglarda rastladıktan sonra ''lan ben niye yazmıyorum ki? '' deyip, yok hesap al, yok şablon düzenle, blogtemaları pazarlayan sitelerde fink at, o mu olsun bu mu olsun, yok bu olmadı, sil baştan tekrar düzenle...Buton buton oldu gözüm...Sonunda!...(ohhh!...) Rezil bir pazar gününü bu boş işlerle geçir...Okullu olsam, annem içerden şöyle seslenirdi muhtemel : '' Bırak o işleri de ders çalış biraz. Derss!''
   
     Bu cümleyi asla kompitür başındayken duymadım.Bitür zamanlama hatası.Biz erken gelenlerdeniz...Bu cümle, bize ; bilye, çamura çivi saplamaca, çelik çomak oynarken söylendi hep... Hesapsız, kitapsız yıllardı.Şimdi olduğu gibi her vatandaşın sahip olduğu, olmayanlara '' Aaa gerçekten senin yok mu? '' denilen ya da, denir gibi bakılan feysbuk hesaplarının da, devletin beleşe verdiği okul kitaplarının da olmadığı yıllardı...O sebepten, o devrin çocukları bizler; pazar günlerini kompitür başında değil, sokakta it peşinde geçirirdik...İt taşlar, maç yapar, kavga ederdik.Yumurta göt kapısına dayanıncaya kadar da ödev mödev düşünmezdik...Ödevleri asla ''çıktı''kağıdıyla vermezdik...Bizimki de ''çıktı'' olurdu fekat, sancılı ve kapıya dayanmış bir yumurta çıktısı.Ne çıkarsa bahtına cinsinden...


    Bütün günü sokakta geçirip, toz kir içinde eve girdiğimde hava kararmış olurdu.Yapılmayı bekleyen bir yığın ödev, kurumayı bekleyen, oraya buraya serilmiş bir yığın çamaşır...Evde yoğun bir tursil kokusu...( o dönem tüm deterjanlar ''Tursil'' diye anılırdı.) Televizyonda maç özetleri...''Bu karmaşada nasıl yetiştirilir bunca ödev? Yorgunum da...Karnımı doyurup erkenden yatsam....''  İçeriden başka bi içses...'' Haaa...O kadar ödevi baban yapacak sanki...''


    Oflaya poflaya, yarımyamalak yapılan, yetişmeyenler için de '' Sabah erken kalkar, hallederim...'' teselli cümlesi kurulan o ders çalışma seansında, günün bütün yorgunluğu omuzlarıma çökerdi...Şimdiki çocuklar çok şanslı...Herşeyi bilen anne-babaları, dahası bilgisayarları var...Ağ dendiğinde aklına sadece ''balık ağı''gelen bizim nesil çocukların aksine, neredeyse hepsinin ''sosyal ağlar''da takılmışlığı var...Ben yine de özlüyorum bizim zamanları...O günlerden bugünlere değişmeyen tek şey ; pazartesi sendromu...Pazar günlerinin sıkıcılığı...