İnsanoğluğuz...Garip bi türüz... Şimdi hayvanların sadece yaşamak için öldürdüklerini düşününce yeryüzünde bizim kadar da, etrafına dehşet saçan başka bir yaratık yok sanırsam...Ama ölmemek için ya da ölümü ertelemek adına yaptıklarımıza bakılınca yaşamı bu kadar çok seven bir varlığın, yaşam hakkına saygı duymaması paradoks değil de nedir sevgili bilogum. ( Ne dedim ben? )
Muhteşem bi bedene sahibiz. İlginç bi işleyiş. Vücudumuz kendisine ters düşen, aykırı bulduğu her türlü dış etkiyi elimine etmek üzere programlanmış bi kere. Kendini garanti altına alan, virüse bakteriye kafa tutan, zararlı toksik maddelere karşı defans geliştiren bünyelere sahibiz. Bağışıklık sistemimiz tıkır tıkır işlemekte. Sistemin hücreleri güvenlik görevlisi gibi çalışmaktalar. Görevlerini ihmal ettiklerinde ise içeri sızan art niyetli bi antijenin terörüne maruz kalmaktayız. Hastalanmaktayız...
Teknoloji ilerliyor ilerlemesine ama insanoğlu insanda da bi ''doğaya dönüş'' hakim...Her türlü marazi duruma doğada şifa arar olduk. Her kanalda bi Herbaliste rastlamak mümkün...Başa, kıça, göte göbeğe iyi gelecek ne varsa sayıyorlar. Aklımda kalan bişii var mı (bakıyorum) yok. Sapı, çöpü, kabuğu, suyu, tozu, yağı...Her derde deva nebatadın ucu bucağı yok...O yüzden aklımda Barış abinin şarkısında söylediğinden fazlasını tutamadım. O da sadece soğuk algınlığına iyi geliyor :
'' Nane, limon kabuğu bi güzel kaynasın ama içine hatmi çiçeği,biraz çöreotu katasın aman hatta biraz tarçın, bi tutam zencefil...''
gibi bişeydi.Bunları da şarkıyı söyleyerek hatırlayabildim...Sevgilim iyi bilir ama. Ne vakit bi kendimi beğenmesem, hemen reçeteyi verir. '' Yarın aktara uğruyosun, biraz hatmi, biraz meyankökü, havlıcan, hibiskus, karabaşotu,...alıyosun.'' İsimlere her defasında gülüyorum ben. Hikmetinden sual olunmasa da komik işte. Havlıcan ne la?
'' Nane, limon kabuğu bi güzel kaynasın ama içine hatmi çiçeği,biraz çöreotu katasın aman hatta biraz tarçın, bi tutam zencefil...''
gibi bişeydi.Bunları da şarkıyı söyleyerek hatırlayabildim...Sevgilim iyi bilir ama. Ne vakit bi kendimi beğenmesem, hemen reçeteyi verir. '' Yarın aktara uğruyosun, biraz hatmi, biraz meyankökü, havlıcan, hibiskus, karabaşotu,...alıyosun.'' İsimlere her defasında gülüyorum ben. Hikmetinden sual olunmasa da komik işte. Havlıcan ne la?
Bırak fiziksel rahatsızlıklara iyi gelmeyi, karakteristik, psikolojik rahatsızlıkların semptomatik tedavileri için de bire bir. ( Şimdi destekleyici bir alıntı aktar(mak) lazım.) :
Çekingenlik: Kuru baklagiller ve fosfor açısından zengin besinler önerilir. Bulgur, mercimek ve balık türü yiyecekler de yenmeli. ( Kuru baklagiller ve mercimek aynı zamanda bünyede gaz yapıyo ya, çekingen karakterli insanlar, milletin yanında osurdukça özgüven mi tazleyecekler acaba?. Bir sunum yapacaksınız, çok gerginsiniz ama akşamdan yüklenmişiniz mercimeğe, nohuta, fasülyeye...Ertesi gün bomba(?) gibi gittiniz ofise. Başlamadan önce bi zortt...Ohhh! Sunuma hazırsınız.) Parantez içleri herzaman olduğu gibi sadece beni bağlar sevgili izlekler. Bu da başka bir örnek :
Yalnızlık: Domates, biber, patlıcan, patates yalnızlık duygusunu hafifletiyor. ( Yine Barış abiyi hatırladım. Yalnızlık duygusundan kurtulup tam sevgili yapacakken sokakta yankılanan o sesle bi türlü ilan-ı aşk edemeyen gencin trajik öyküsünü anlatıyordu şarkısında. Bu tezle çelişircesine...Şimdi ben de aynı duyguyu yaşıyorum. '' Çok yalnızım be domates kardeş .Vaktin varsa biraz laflayalım.'' Gidip sebzeliğe bakıcam birazdan. Domates ve biber biladerlerimle konuşur, dertleşiriz...Patlıcan fazla geveze bu saatte çekemicem kensini.)
Tanıştırayım : Coco De Mer. kısaca Deniz Cevizleri de diyebilirsiniz. Uzaklardan çoook uzaklardan Şeysellerden gelmiştir. (Şeysel de komşumuz sanki. ''Dün gece Şeyseller bize geldi.'' der gibi.) Her biri 23 kilo devasa bişii. Sarıl, okşa dilediğince. Ne biliim işte takıl kafana göre... Eğer Havva, Adem’e masum bir elma yerine bunlardan birini göstermişse işte o vakit ilk erkek, ilk kadının hangi mahallinin kendisi için ilginç olabileceği konusunda hiç kuşku duymamıştır...Erotizme baksanıza yahu. Muhtemel, ülkemize girişi yasaklanmıştır. Bunların meyve olup bu hale gelebilmelerinin de kendileri kadar erotik bi hikayesi var. Dur onu da aktar(ayım) :
Erkek ağaçların bir metreye yakın bi boyda penisi andıran çiçekleri varmış. Dişi ağaçlarınsa meyveleri. Dişi ve erkek ağaçlar birbirlerine çok yakın dururlarmış. Adanın yerlilerinden aktarılan söylenceye göre geceleri bu ağaçlardan sevişme sesleri duyulurmuş...(Meyveye bakınca da ; '' Olur mu olur...'' diyorum valla ne diiim...)
Bilimsel bi girizgahla başladığım yazının suyunu çıkardım...( farkındayım. ) Şimdi içip yatıcam...Rahat uyutur diye biliyorum. Yalnızlığıma da iyi geldi ayrıca bu Herbalist Aktarımlar...Özellikle Coco de Mer.
Dibe gelmişken bi dipnot : Resimde gördüğünüz meyvenin yaş hali. Bir de kurusunu görün isterim... Yaş mı da kuru mu?...Ben kaçar...
0 yorum:
Yorum Gönder